İşletme ve çift anadal Uluslararası İlişkiler mezunu olan Ece Gürsoy’16 ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Ece Gürsoy’un Diversity & Inclusion (çeşitlilik ve dahiliyet) konusunu ele alan doktora çalışmasının detaylarını röportajımızda bulabilirsiniz.

Öncelikle kendini tanıtır mısın?

Merhabalar! Ben Ece Gürsoy. İstanbul doğumluyum. 2012 yılında FMV Özel Erenköy Işık Lisesi’ni üçüncülükle bitirdikten sonra Koç Üniversitesi’nde lisans eğitimime başladım. İşletme (2016) ve Uluslararası İlişkiler (2017) çift anadal mezunuyum. 2016 yılından beri Kopenhag’da yaşıyorum. 2017-19 yılları arasında Copenhagen Business School’da (CBS) Organizational Innovation and Entrepreneurship üzerine yüksek lisans eğitimi aldım. O sıralar aynı zamanda Danimarka’nın en büyük bankası Danske Bank’ın Genel Müdürlüğü’nde yarı zamanlı olarak çalışmaya başladım. Bugüne gelirsek, oldukça yüksek rekabete rağmen geçtiğimiz aylarda bilimsel araştırmalar için fon sağlayan bir kurum olan Innovation Fund Denmark tarafından endüstriyel doktora projemin fonlanmasıyla birlikte, Danske Bank ve CBS işbirliğiyle yürüteceğimiz üç yıllık projemi Mart 2021 itibariyle başlatmak üzere bankada Endüstriyel Doktora Araştırmacısı olarak yeni görevime başladım.

Koç Üniversitesi’nde eğitim aldığın dönemden biraz bahseder misin? Nasıl bir öğrencilik geçirdin?

Koç Üniversitesi’ni, hayatımın gerçekten önemli dönüm noktalarından biri olarak görüyorum. Bunun sebebi ise şimdiye kadarki yolumun sürprizlerle dolu ilerlemesi diyebilirim. Herkesin mimar olduğu bir ailenin; dört yaşında piyanoyla tanışmış ve Amerika ya da İngiltere’de konser piyanistliği eğitimi hayaliyle büyümüş; müzik, resim ve tiyatroya olan yeteneği ve ilgisi ile sahne sanatları tutkunu bir çocuğun büyüyüp Türkiye’de işletme ve uluslararası ilişkiler eğitimi alması açıkçası ihtimaller denizinde ilk seferde akla gelmeyenler arasındaydı. Günün sonunda pek çok farklı sebepten ötürü biraz ani de olsa lisans eğitimimi Türkiye’de almaya karar verdim ve Koç ile yollarımız bu şekilde kesişti. Zaman zaman, sadece sanat eğitimi aldığım bir yolu seçseydim hayatım nasıl olurdu diye düşünsem de her şeye rağmen yine de iyi ki yolum Koç’tan geçmiş, iyi ki bugün olduğum yerdeyim diyorum.

Koç’ta eğitim aldığım dönem ve öğrenciliğime dair birkaç noktaya değinmek istiyorum. Böylelikle neden Koç’un benim için bir “iyi ki” oluşuna dair daha net bir cevap vermiş olurum. Epey yoğun ve stresli bir üniversite sınavına hazırlık sürecinin ardından hiç ara vermeden üniversite birinci sınıfa başladığım yıl zor bir dönemdi benim için. Açıkcası üniversite seçimimde doğru kararı verip vermediğimden şüphe duyduğum bir zaman dilimiydi. Aslında beni bir o kadar da değiştiren, geliştiren, daha farklı bir Ece’yi oluşturmamı sağlayan tecrübelerimin de başlangıcı oldu diyebiliriz. Bugün, her türlü yaşadığım tecrübeye iyisiyle kötüsüyle şükran duyuyorum. Çünkü bütün bunların hepsi bugünkü tercihlerimi belirler nitelikte oldu ve iç sesimin bana bu kampüsün dışında, bu şehrin, ülkenin dışında beni bekleyen başka bir hayatın olduğunu söylemesine sıkı sıkıya tutunup, kendimi ve sınırlarımı keşfedeceğim, tahayyülümün ötesinde bir gerçekliği oluşturmamı sağlayacak bir yolculuğa çıktım. Bütün bunlar Koç Üniversitesi’nin bize sunduğu muazzam imkanlar, birbirinden değerli hocalarımız ve tabi ki aile ve arkadaşlarımın desteğiyle olabildi. Koç’ta kayıtlı olduğum bu 5 yılın bilançosu başka bir kurumun veya ülkenin kolay kolay sunamayacağı kazanımlar ve anıları barındırıyor bence. Tam 3 kez exchange deneyimi ile yaklaşık 1.5 yıl Almanya (University of Mannheim) ve Danimarka’da (CBS ve University of Copenhagen) yaşam, 2 lisans derecesi yanında University of West London’dan önlisans piyano diploması, staj imkanı, resim kulübünde sayısız güzel anılarımız ve sergi açılışı, güzel kampüsümüzün bahçesinde sonu gelmeyen uzun yürüyüşler, kahve sohbetleri, yurtta yaşam deneyimi, ve tabi ki birbirinden güzel arkadaşlıklar…

Öğrencilik hayatım dolu dolu, oldukça yoğun ve de zaman yönetiminde iyi olmam gereken bir düzende geçti. Koç’tan mezun olurken yanımda götürdüğüm iki önemli husustan biri, çok değerli Suna Kıraç’ın biz Koç mezunlarına verdiği tavsiye: “alelade olmayın”, diğeri ise üniversitenin bize kazandırdığı tecrübe ve eğitim kalitesi sayesinde aşılanan bir duygu: Bu da, eğer bir şeyi gerçekten istiyorsak, onu gerçekleştirecek imkan yoksa yaratabilecek, fikir yoksa oluşturabilecek ve engeller varsa onları aşabilecek donanıma sahip olduğumuz gerçeğine duyulan “özgüven” diye tanımlayabilirim. Ve bunun boş bir özgüven olduğunu sanmıyorum. Yolu Koç Üniversitesi’nden geçen her öğrencinin rahatlıkla bu bahsettiğim duyguyla kendilerini bağdaştırabileceklerini düşünüyorum. Fikrimce bu bir kültür meselesi, okuduğumuz bölüm her ne olursa olsun, özünde Koç Üniversiteli olmanın bir kazanımı bu. İşte bu yüzdendir ki Koç’taki öğrencilik dönemimin yeri bir başkadır bende.

İstanbul’dan Kopenhag’a uzanan yolculuğun hakkında bizi biraz daha bilgilendirmeni isteriz. Neden Kopenhag’ı tercih ettin?

Önceden kısaca değindiğim gibi aslında aklımda çokça Londra vardı. Tesadüfün böylesi, dershane yıllarından aynı benim gibi Londra tutkunu bir arkadaşımla Koç’ta bölümdaş olduk. Yüksek lisans için Londra’da aynı okula gideceğimizden konuşurduk hep. O yıllarda ilk kez 2015 yazında CBS yaz okulu için Kopenhag’a gitmemle birlikte benim odağım Londra’dan Kopenhag’a kaymaya başladı. Uzun lafın kısası arkadaşım söz verdiğimiz gibi yükseğini Londra’da yaptı ama ben hem çap yaptığım için okulum bir sene uzadı hem de 2016’da Uluslararası İlişkiler’in o son senesini University of Copenhagen’ın Siyaset Bilimi departmanında misafir öğrenci olarak geçirmeyi tercih ettim. Daha lisans seviyesinde olmama rağmen bu değişim programında aldığım tüm dersler yüksek lisans seviyesindeydi. Size doğrusunu söyleyeyim, bu okuldaki tecrübelerim CBS’ten farklıydı çünkü yabancı uyruklu öğrenciler üniversitenin pek ilgisi dahilinde değildi, her aktivite ve aklınıza gelebilecek her şey Danca, her şey Danlar içindi. Bunu görmem çok iyi oldu çünkü her ne kadar Danimarka’da kalmak konusunda netleşmeye başlamışsam da eğitim görmek istediğim okulun CBS olduğundan bir kez daha emin oldum. Böylelikle, 2017 senesinde master için, 2021’de de doktora için tercihimi CBS’ten yana kullandım. İskandinavya eğer tek bir ülke olsaydı başkenti Kopenhag olurdu dediğimiz, bir mimari tasarım harikası olan, nerdeyse yıl boyu soğuk, rüzgarlı ve gri bu küçük ama hareketli şehrin gizli büyüsüne kapıldım. Zaman içerisinde bu şehirdeki bağlarımdan, arkadaşlarımdan, burada oluşturduğum hayat düzenimin bana kattığı motivasyon ve mutluluktan vazgeçmek istemedim.

Peki biraz da doktora programından bahsedelim. Araştırma konun nedir ve neden bu konu üzerine çalışmayı tercih ettin?

Araştırma konum, son yıllarda adını çokça duymaya başladığımız Diversity & Inclusion (çeşitlilik ve dahiliyet) ana temasına bağlı bir sosyal bilimler projesidir. Erkek egemen finansal hizmetler kurumlarında üst düzey kadın yöneticilerinin sayısını arttırabilmek üzerine bir çalışma olacak. Daha detaylı olarak söylemek gerekirse, finans sektöründe üst düzey yöneticiliğin erkek egemenliğinde olması global bir sorun. Nordik coğrafyası da aynı problemden muzdarip maalesef her ne kadar hayatın her alanında kadın-erkek eşitliği ile nam salmış olsa da ve aslında bu beş Kuzey Avrupa ülkesi (Danimarka, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İzlanda) sanılanın aksine kültürel anlamda birbirinden farklı. World Economic Forum’un 2021 yılı Global Gender Gap raporuna baktığımızda Danimarka geçtiğimiz yıla kıyasla oldukça hızlı bir gerilemeyle 29. sıraya düşerken, diğer Kuzey ülkelerinin istikrarla ilk 5’te yer aldığını görüyoruz. Bu çok ciddi bir fark ve tabi ki sadece son bir iki yılda oluşmuş bir sorun da değil üstelik. Uzun yıllardır süregelen, Danimarka’nın göreceli olarak erkek egemen kültürünün doğal bir sonucu olarak bu eşitsizliği görüyoruz.

Önemli olan ise, şu anda ülkede müthiş bir farkındalık ve daha iyi olabilmek için değişme isteğinin olması. Özellikle kurumsal şirketlerde gerek hissedarlar, müşteriler, gerekse çalışanlar artık aynı iş için erkeğin kadından daha fazla maaş aldığını kabul etmek istemiyor, göz göre göre her defasında kıdemli yöneticilik pozisyonlarının şeffaflık esasından uzak bir şekilde sürekli bir erkekten ötekine devredilişini izlemek istemiyor. Ben ise, isyana katılmakla beraber, bu tür yapısal zorlukların iyileştirilmesi gerekliliğini bir fırsat olarak görmeyi ve değişimin bir parçası olmayı tercih ettim. İşte tam da bu yüzden, Danimarka özelinde ve Kuzey Avrupa coğrafyasında akademi ve özel sektör arasında bir nevi köprü olacağım ve pozitif anlamda fark yaratacağına inandığım bu projeyi uzun uğraşlar sonucu oluşturup, Innovation Fund Denmark ve işverenim Danske Bank’ın ciddi bir bütçe desteği sayesinde projeyi başlatma şansına nail oldum. Endüstriye olacak potansiyel etkimizle umuyorum ki toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarından öğrendiklerimiz bize diğer alanlardaki farklılıklarımızın da daha çok kabul gördüğü (dil, din, etnik köken, düşünce vb.) ve daha eşitlikçi yaşam alanlarının olduğu bir geleceğe ışık tutar.

Son olarak, Koç Üniversitesi’ndeyken 2015 senesinde aldığım “Gender and Politics” seçmeli dersinde sevgili Özlem Altan Olcay hocamın bende bu konularda yarattığı farkındalık için buradan kendisine özellikle teşekkür etmek istiyorum.

Mezunlarımızla paylaşmak istediğin veya genel anlamda eklemek istediğin bir şeyler var mı?

Ben halihazırda KUMED bünyesinde, bir yandan mezuniyet döneminde olan Koç’lu bir arkadaşımıza mentorluk yapıyorum, bir yandan da Danimarka Mezun Temsilcisi’yim. Genel olarak Kuzey Avrupa ve çokça Danimarka’da eğitim, kariyer vs üzerine soruları olan arkadaşlara her zaman elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. Bu röportajı okuduktan sonra soruları olan veya irtibatta kalmak isteyen arkadaşlar varsa bana her zaman e.gursoy93@gmail.com üzerinden veya LinkedIn hesabımdan ulaşabilirler.

Son olarak da naçizane iki tane tavsiyem var: kendini kısıtlamamak ve çabuk yılmamak. Sanırım zaman zaman hepimiz kendimizi o veya bu sebepten ötürü kısıtlıyoruz. Bazen kendi düşüncelerimiz bize bunu yapıyor örneğin ben onu yapamam ki, gidemem ki, kazanamam ki gibi. Bazen de dışarıya o kadar çok odaklanıyoruz ki bir bakmışız kendimizden çok başkalarının söyledikleri ve bizim hakkımızdaki fikirleri bizi belli alanlara, karelere, köşelere sıkıştırmaya başlamış bile, yani yine günün sonunda kısıtlanmış oluyoruz. Neyi, ne kadar çok ve hangi bedellere rağmen istediğinizi bir tek siz bilebilirsiniz. Kimsenin asla ve asla sizin neyi yapıp neyi yapamayacağınızı söylemesi, o konu hakkındaki son söz olmasın. Başkaları ve/veya kendi kaygılarınız, korkularınız sizi hayallerinizin yolunda bulunmaktan alıkoymasın. Hiçbir şeyin garantisi yok maalesef, günün sonunda o istediğiniz şeyi olduramayabilirsiniz de, sağlık olsun. En azından sizin olan ve sizi anlatan, sahiplendiğiniz, yaşadım dediğiniz bir hayatınız olur. Röportajı bu hayatta en çok sevdiğim yazar, değerli Orhan Pamuk’un eserlerinden hep başucumda sakladığım bir sözü ile bitirmek istiyorum:

Neredeydi konuşabileceğim bana benzer kişiler, yüreğime seslenen rüyayı bulabileceğim ülke neredeydi? 

Hepimizin o kendi ülkesine kavuşabilmesi dileğiyle. Bu keyifli sohbet imkanı için teşekkür ederim.