Koç Üniversitesi Hukuk ve Sosyoloji bölümlerinden 2018 yılında mezun olan Hasan Basri Çifçi ile Koç Üniversitesi günlerini, lisans sonrasındaki hayatını ve çok yönlü bir kişi olarak akademide varolmanın geleceğini konuştuk. Kendisinin kitaplaşan  ‘’Devlet Garantileri’’ isimli tezinin öyküsünü ve mezunumuzun kariyer yolculuğunun detaylarını röportajımızda bulabilirsiniz.

Öncelikle bize biraz kendinden bahseder misin?

Doğan Holding bursiyeri olarak Koç Üniversitesi’nde hukuk ve sosyoloji okudum, toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında uzmanlık sertifikası aldım. Özel hukuk üzerine yüksek lisansımı yine tam burslu olarak Koç’ta yaptım. Şimdi Maltepe Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyorum. Galatasaray Üniversitesi’nde kamu hukuku doktorası yapıyorum. Bir yandan da Maltepe Üniversitesi’nde felsefe ve insan hakları üzerine ikinci bir yüksek lisansa devam ediyorum.

Koç Üniversitesinde öğrenci olmak senin için nasıl bir deneyimdi? Unutamadığın güzel bir anını bizimle paylaşır mısın?

Bu sorması kolay, yanıtlaması zor bir soru. Koç’a geldiğimde 17 yaşındaydım, yüksek lisansı da bitirip çıktığımdaysa 24 yaşında. Koç’ta büyüdüm ben, kendimi tanıdım, İstanbul’u tanıdım, aşık oldum, dostluklar kurdum… Birlikte dergi çıkardık, radyo programı yaptık, eylem organize ettik, kütüphanede sabahladık, sempozyum düzenledik, makale yazdık… Sezen’in dediği gibi “Hangi ara yaşanmış da bitmiş onca anı ah be cancağızım?”

Sanırım İstanbul’a yağan yoğun kardan dolayı kampüste mahsur kaldığımız, sınavların ertelendiği o kış tatilini hiç unutmayacağım. Sonra, sağanak yağmur altındaki Gogol Bordello konserinde öyle eğlenmiş o kadar çok dans etmiştik ki Henry Ford çimleri çamura dönmüş, ancak aylar sonra orada yeni çimler yeşerebilmişti. Ve elbette mezuniyet günümü hep hatırlayacağım.

Hukuk ve Sosyoloji ile çiftanadal yaptın. Bunun sana ne gibi katkıları oldu? Sektörde ya da akademide kariyer planlayanlara Hukuk’un yanı sıra hangi alanda kendilerini geliştirmelerini tavsiye edersin?

Hukuku sosyolojiyle birlikte okumak hep çok iyi geldi bana. Hukuk eğitiminde, daha işlevselci bir bakışla, kişiler arasındaki veya kişilerle devletler arasındaki sorunların olabildiğince hızlı ve tatmin edici bir şekilde nasıl çözüleceği öğretiliyor. Yani toplumla ilgili, kavramların gerçek içerikleriyle ve sosyal yansımalarıyla ilgili sorular ikinci planda kalıyor. Sosyoloji bana bu yolu açtı. Hukuku iki gözle görüyorsam, üçüncü gözüm sosyoloji oldu. Sosyoloji okumak zehir içmek gibi bir şey, toplumsal kurgular karşısında bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Bir cam kırılıyor. Hukuk da bir kurgu gibi gelmeye başlıyor sonra.

Tek başına hukuk diye bir şey yok sanki. Siyaset bilimi olmadan anayasa hukuku, uluslararası ilişkiler olmadan uluslararası hukuk, kamu maliyesi olmadan vergi hukuku, kriminoloji ve sapma sosyolojisi olmadan ceza hukuku, kamu yönetimi olmadan idare hukuku, toplumsal cinsiyet sosyolojisi olmadan aile hukuku, ekonomi olmadan sözleşmeler hukuku ve ticaret hukuku eksik kalıyor. Hukuk felsefesi ve sosyolojisiniyse hepsinin olmazsa olmazı olarak görüyorum. Eminim birçok hocam bana katılır. Akademik alanda kariyer planlayanlara da bu disiplinlerarası bakışı, kendi üçüncü gözlerini, hemen kazanmalarını tavsiye ederim.

Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra akademik kariyer yapmaya karar verdin. Bu kararı vermende hangi etkenler rol oynadı?

Bugün dönüp baktığımda, akademi yolunu takip edeceğim ta en baştan belliymiş gibi geliyor bana. Her dersi üç dört kitaptan takip ederdim, dersleri dikkatle dinleyip küçük defterler tutardım. Onlarca defterim var, açıp bakıyorum hâlâ. Bu defterlerden çalışıp bu kez arkadaşlarıma anlatırdım. Yani okumak ve okuduklarımı başkalarına anlatmak, zaten bu ikisiydi benim öğrenme hikâyem. Kocayusufpaşaoğlu’nun turuncu borçlar hukuku kitabını öyle severdim ki arkadaşlarım o kitap şeklinde bir pastayla kutlamıştı doğum günümü.

Büyük bürolarda avukatlık yapma heyecanına kapıldığım oldu elbette. Hatta birkaçında staj da yaptım. Ama bu stajlar yolumun avukatlık olmadığına ikna etti beni. Okumaya ve anlatmaya duyduğum heves ve heyecanı mesleki anlamda başka hiçbir şeyde duymadım. Yani, akademik kariyer yapma kararı vermemdeki etkenleri özetleyecek olsam, bunun zaten böyle olması, yani başka türlü nasıl olunur bilmemem ve okuyup anlatmaya duyduğum hevesten söz etmem yeterli olacaktır sanırım.

‘’Devlet Garantileri’’ isimli tez çalışman kitap haline getirildi. Mezunlarımıza çalışmanın içeriğinden ve bu çalışmanın kitaplaştırılma öyküsünden bahseder misin?

Devletin garanti vermesi meselesi ülkenin siyasi ve iktisadi ikliminde epey önemli bir yer işgal ediyor. Köprü, otoyol, havalimanı gibi mega projelerde devlet yüklenici şirketlere talep garantileri veriyor. Bunun yanında, devletin özellikle dış borç alırken hazine garantilerine sık sık başvurduğunu da görüyoruz. Uygulamadaki sıklığına ve kamuoyundaki yoğun tartışmalara rağmen, garantiler hukuk gündeminde yeteri kadar ilgi görmüyordu. İktisadi ve sosyal bağlarını da kurarak bu meseleyi hukuki açıdan değerlendirmeye özgülenmiş bir çalışma mevcut değildi. Tezimle bu açığı kapatmaya çalıştım. Hocalarım bu çalışmanın yayımlanması durumunda hukuk öğretisine katkı sunabileceğini paylaşınca ben de prestijli bir hukuk yayıncısı olan On İki Levha Yayıncılık’la görüştüm. Birkaç ufak düzenlemeden sonra “Devlet Garantileri: Kavramlar, İşleyiş ve Sorunlar” başlığıyla bir kitap olarak yayımlanmış oldu böylece.

Kitabını geleceğin kendisine adadığınızdan bahsetmiştin. Kitabınızın geleceğe nasıl katkılar sağlamasını bekliyorsun? Çalışmalarının geleceğinden biraz bahseder misin? Gelecek ile ilgili planların neler?

Devlet garantilerinin doğası gereği, bu garantilerden doğabilecek maliyetleri gelecekteki insanlar, on yirmi yıl sonraki vergi mükellefleri –yani bizim büyümüş hallerimiz ve çocuklarımız– üstleniyor olacak. Büyük borçlanmaların yapısı bu. Bugün elde ettiğiniz faydanın karşılığı olan maliyeti belirsiz bir geleceğe erteliyorsunuz.

Öte yandan, çalışmalarımı sürdürürken dünyada büyük bir salgın patlak verdi. Bu daha önce yaşadığımız hiçbir şeye benzemiyordu. Gelecek o kadar belirsizleşti ki bir hafta sonrasını bile göremez olduk ve evlerimize kapandık. Hem garantilerin geleceğini hem de hepimizin geleceğini daha da merak eder oldum. Bu durum hâlâ devam ediyor. Kitabımı da bu yüzden geleceğe adadım. Devletin garanti vermesinin ne demek olduğunu sorunlarıyla birlikte açıklasın ve garantilerin üzerindeki bu belirsizlik bulutunu dağıtsın diye.

Şahsi geleceğime gelince, devlet garantilerini takip edecek şekilde, çalışmalarımı biraz daha farklı bir tarafa çevirdim. Henüz doğmamış insanların hak durumlarını felsefe ve insan hakları perspektifinden araştırıyorum ve bu doğrultuda özellikle vergilendirmeyle ilişkisi içinde demokratik temsil meselesine kafa yoruyorum. Araştırıp öğrenmem gereken o kadar çok şey var ki, sanırım bir ömür yetmeyecek. Umarım reenkarnasyon gerçektir ve önceki hayatımızdaki araştırmalarımız bizi terk etmiyordur.

Kitabına mezunlarımız nasıl ulaşabilirler?

Bunu söylediğime inanamıyorum ama: Kitap satılan her yerden ulaşabilirler. Böyle konularda cool davranmayı da öğreneceğim umarım… Üstelik bir Koç mezunu olarak yalnızca kitabıma ulaşmakla yetinmeyip her zaman doğrudan bana da ulaşabilirler. Başta da söylediğim gibi, benim öğrenme hikâyem bu karşılıklı paylaşımlardan ibaret. Beraber konuşalım, arayalım, düşünelim.