Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler mezunu Seda Ünsar’99 ile yeni kitabı “Düşüş” hakkında ve yazarlık macerası hakkında konuştuk. Seda Ünsar’a ve kitabı “Düşüş”‘e dair tüm detayları röportajımızda bulabilirsiniz.

Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

Koç Üniversitesi burslu Uluslararası İlişkiler bölümü mezunuyum. Mezuniyetimden sonra Los Angeles’ta University of Southern California’da Siyaset Bilimi doktorası yaptım ve London School of Economics’te bir dönem ziyaretçi akademisyen olarak bulundum. Akabinde, Floransa’da bulunan European University Institute’ta Max Weber Programı’nda postdoktora yaptım ve Los Angeles’a dönerek USC’de bir dönem ders verdikten sonra Türkiye’ye dönüş yaptım.

Koç Üniversitesi’nde eğitim aldığınız dönemden biraz bahseder misiniz? Nasıl bir öğrencilik geçirdiniz?

Ben Koç Üniversitesi’nin yeni kampüsüne geçildiği yıl mezun olduğumdan, eski kampüs öğrencilerindenim. Yeni kampüs bir üniversitenin sağlaması gerektiği ortamı en mükemmel biçimde sağladığından, orada geçirilmiş bir öğrencilik, bizim geçirdiğimiz öğrencilikle (eski kampüste sahip olduğumuz imkanlar da oldukça ayrıcalıklı olmuş olsa bile) mukayese olmaz diye düşünüyorum. Yeni kampüs büyük, kendi içinde bir hayatı olan Amerikan kampüslerinden farksız. Böyle bir kampüste öğrencilik geçirmiş olmayı tabii ki tercih ederdim fakat Koç Üniversitesi ile ilgili şöyle özel bir durumun altını çizmeden geçemeyeceğim. O zamanki sisteme göre, biz sınava girmeden, üniversiteleri en yüksek puanlıdan en düşüğe doğru sıralıyorduk. Boğaziçi Üniversitesi bu sebeple benim sıralamamda 2. sıradaydı ve puanım Koç’a yetmeseydi, 2. tercihim olan Boğaziçi’ne girmiş olacaktım. O zamanlar eski kampüsteyken itiraf etmeliyim ki “keşke birkaç matematik az yapsaydım” diye düşündüğüm olmuştur fakat aynı zamanda Koç Üniversitesi öğrencisi olduğum için de hep çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Bu durum benim için hiç değişmedi ve Koç Üniversitesi’nde geçirdiğim zamanı hiçbir şeye değişmem. Şunun her zaman bilincindeydim: Biz Koç Üniversitesi’nde, Ivy League doktoralı Amerikalı hocalardan, ancak bir Ivy League Amerikan Üniversitesi’nde alınabilecek bir eğitim aldık. Bugün Türkiye’de “vakıf üniversiteleri”yle gelinen son noktada, Koç’un bizim yaşadığımız ayrıcalığı hayal bile edilemez ve ben eminim ki kurulduğu ilk gün itibariyle en iyi sistemi, en iyi şekilde inşa eden, Vehbi Koç idealizmiyle çalışan Koç Üniversitesi sonradan da bu farklılığını kaybetmemiştir. Bu anlamda, Koç Üniversitesi ile bağımı, hayatımın en değer verdiğim, üzerine konuşmaktan mutluluk ve hatta gurur duyduğum bir dönemi olarak anıyorum ve bu yüzden, Koç Üniversitesi kimliğim, ait olduğumu hissettiğim, yukarıda saymış olduğum üç kurumun da başında gelir.

Mezun olduktan hemen sonra neler yaptınız?

Aslında yazdığım hikaye ve piyeslerle, film analizleriyle, edebiyata ilgim, çocukluğumdan beri süregelen bir durum olsa da, aynı zamanda “sonuna kadar okuma” arzumdan dolayı, kendimi, hayatın doğal akışı gibi, pek de düşünülmeden yapılmış bir doktora başvurusunda buldum diyebilirim. Yine çocukluğumdan gelen İngilizce tutkusu ve yurtdışında yaşama arzusu beni bu sebeple Amerika’ya yönlendirdi.

“Düşüş” adında bir kitap yazdınız. Bu kitap okurlarına neler vaat ediyor?

“Düşüş” ya da uzun adıyla “Düşüş: siyaset ve felsefe odasında aşk hikayeleri” benim için bir bilinçaltı boşalması gibi, bir anda yazılmış bir roman oldu.

Romanın ana teması sanırım “gerçeğin peşine düşme” ve “kayıp zaman”. Aslında roman “gerçeğin peşine düşme” eylemini bilinçsizce yapan, çocukluk arkadaşı iki ana karakterin (S ve Ali), İstanbul’dan San Fransisko’ya ve Los Angeles’a uzanan hayatlarında, hayatın anlamı ya da anlamsızlığını keşfetme serüvenlerini anlatıyor. Bu serüven aynı zamanda bir içsel yolculuk.

Romanın hikayesine özgürlük, erdem, bilgi gibi birbiriyle bağlantılı metaforlar, ölümsüzlük, onurlu bir yaşam için ödenecek bedel, sıradanlık, hayal ve gerçek, hayalkırıklığı, aşk, “mutlu olma baskısı”, yalnızlık gibi içe içe geçmiş yan temalar hakim. Tüm bunlara, karakterler arası diyaloglarla eşlik eden felsefi ve politik düşünceler ekleniyor. Romanda, aynı zamanda, yine ana karakterlerin yazdığı iki alt hikaye var. Bunlardan biri, S karakterinin kapitalizm ve emperyalizm kritiği olarak yazdığı hikaye; diğeri Ali karakterinin yazdığı bir 19. yüzyıl Rus hikayesi.

Roman, tüm bunların kesişiminde, okuyucuya hem akademik, teorik bilgi, hem hayata dair varoluşçu bir sorgulama vaat ediyor.

Akademik bilgi ve politik-felsefi düşüncelere örnek verebilir misiniz?

Kısaca şöyle diyeyim: Örneğin, Ali karakterinin gördüğü bir rüya içinde Aydınlanma Çağı filozofları tartıştırılıyor; bir başka rüya içinde ise, İslam dünyasında aydınlanma filozofları olarak düşünebileceğimiz Farabi, İbni Sina, İbni Rüşd, Ömer Hayyam ile karşı statükoyu temsil eden Gazali arasındaki felsefe-din tartışmasına yer veriliyor. Yine farklı bölümlerde, Ali ile yan karakterler arasındaki diyaloglarda, Oryantalizm, Batılılaşma, modernleşme, Marksizm, post-Marksizm, postmodernizm ve bunların Doğu’daki farklı izdüşümleri, devrim, devlet, Tanrı gibi kavramların tartışılması var. S ile Ali arasındaki bir diyalogda ise, Osmanlı kurumsal tarihinin ve cumhuriyet devriminin Markist ve liberal tarih ve ekonomi teorilerinin harmanlamasında yeniden bir değerlendirmesi, “sanat için sanat”, “halk için sanat” gibi düşüncelerin tartışılması, “Amerikan rüyası (veya kabusu)”, Los Angeles’ın kendine özgü yapısının insan ruhuna etkileri gibi konular var.

Mezunlarımızla paylaşmak istediğiniz veya genel anlamda eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Türkiye’nin en güzel topluluklarından biri olduğumuza inanıyorum ve saygı ve sevgilerimi iletiyorum😊