20. Mezuniyet Töreninde okul birincisi olarak kürsüye çıkan, üniversitemizdeki ilk tekerlekli sandalye kullanıcısı Ekin ile görüştük, okul birinciliği ve engelsiz üniversite hakkında konuştuk.

Merhaba Ekin, öncelikle çok tebrik ederiz. Mezunlar olarak başarınla çok gurur duyduk. Mezunlarımıza kendini tanıtır mısın?

1991, İstanbul doğumluyum, Fahreddin Kerim Gökay Anadolu Lisesi mezunuyum. Koç Psikoloji ilk tercihimdi, severek devam ettim. Vakit buldukça piyano çalmayı çok severim, gerçi son dönemde derslerden çok fırsat olmadı ama beş yaşından başlamıştım, bırakmamak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum.

En büyük zevkim film izlemek, haftada 8-10 film seyrediyorum. Psikoloji okumasaydım, herhalde sinema okurdum. Ama zaten sinema hayattan ve psikolojiden izlerle dolu. Koç’ta sinemayla ilgili verilen neredeyse her dersi almışımdır.

Mezuniyet sonrası planların neler?

Eylül ayında İngiltere’ye Sussex Üniversitesine klinik psikoloji yüksek lisans programına gidiyorum. Sonrasında doktora için uğraşacağım. Klinik psikolojide devam etmek ve rehabilitasyon sürecindeki hastalarla çalışmak istiyorum. Bu yıl ortopedik engelliler ve aile ilişkileri ilgili bir araştırma projem vardı. Görüşmeler sırasında fiziksel engelli 100’ü aşkın insanla konuşma fırsatım oldu. Şu an için klinikte benzer akademik araştırmalar yapmak ve engellilerin hayata katılması üzerinde çalışmak istiyorum.

Bildiğim kadarıyla Psikoloji Bölümü’nden mezun olan ilk okul birincisisin. Psikoloji bölümüne gelirken ne hayallerin vardı? Beklentilerini, aldığın eğitim karşıladı mı?

Bu yıl aslında psikoloji bölümünden hem okul birincisi hem de okul üçüncüsü (Hande Altılar) çıktı. Geçtiğimiz yılların açığını kapatıyoruz hızla! Benim öyle büyük hayallerim yoktu aslında, okula rahat girip çıkabilir miyim, ders programına yetişebilir miyim korkusuyla girmiştim üniversiteye. Hatta Koç’un tanıtım günlerine gelmeden once başka bir üniversiteye gitmiştim ve fiziksel koşulları uygun olmadığı için moralim bozulmuştu, girebileceğim yer olacak mı acaba diye.

Eğitim olarak şikayet edeceğim bir şey hiç olmadı gerçekten. İkinci senemden itibaren üniversitedeki hocalarımızın farklı çalışmalarında görev aldım. İki yıldır Doç.Dr. Bilge Yağmurlu’nun Çocuk ve Aile Çalışmaları Laboratuvarında çalışıyorum. Çeşitli projelerde görev aldım, hatta kendi araştırmamı yapma fırsatım oldu. Bu imkanı bana verdiklerinden dolayı başta Bilge Hocam olmak üzere tüm hocalarıma minnettarım.

Ama tabi söylemeden geçemeyeceğim ve galiba psikoloji bölümünün büyük bir bölümü olarak en büyük isteğimiz okulda klinik psikoloji eğitimine yönelik yüksek lisans açılması, o da bildiğim kadarıyla birkaç yıl içerisinde açılacak.

Koç’ta geçen yıllarını özetlemeni istesek neler aklına gelir?

Koç’ta geçen dönem benim için genelde hep bir koşuşturmaca şeklinde, ders, proje, lab, çalışma vs.. Ama bu biraz da benden kaynaklanıyor tabi ki. Günün belli bir kısmını fiziksel egzersizle geçiriyorum, kalan bölümünde de ancak derslerime yetişiyorum.

Koç Üniversitesi’nin engelsiz üniversite olma yolundaki gelişmelerini paylaşabilir misin?

Ben Koç’taki ilk tekerlekli sandalye kullanıcısı öğrenciydim, aynı yıl benimle birlikte ilk görme engelli öğrenci eğitime başlamıştı. Şu an ona yakın (tam sayıdan emin değilim) farklı fiziksel engelleri olan öğrenci ve çalışan var. Bu rakamlar aslında çok sevindirici, çünkü ülke genelindeki 8,7 milyon engelli arasında lise ve daha üstünü okuyan zaten sadece yüzde 7,7’lik bir kesim var.

Koç’ta son dönemde fiziksel engelleri kaldırmaya yönelik yapılan çalışmalar şöyle: binaların ana kapılarına tekerlekli sandalye ile rahat geçiş için kapı açıcı butonlar takıldı, tekerlekli sandalyenin geçişini kolaylaştıracak şekilde kaldırımların yüzeyleri değiştirildi, uygun eğimli rampalar yapıldı, eğimi uygun olmayan yer için sandalye asansörü konuldu, engelli otoparkı yeniden düzenlendi, kaldırımlara ve binaların içerisine görme engelliler için duyumsanabilir kılavuz çizgileri yapıldı, görme engelliler için duyumsanabilir (kabartmalı) krokiler yapıldı ve binaların çeşitli yerlerine asıldı, görme engelliler için asansörlere sesli komut bildiri sistemi yapıldı, görme engelliler için sesli kütüphane kurulmaya başlandı, yurt binalarında engelli öğrencilere yönelik uygun odalar düzenlendi.

Bütün bunlar geçtiğimiz 3-4 yıl içerisinde engelliler kanununa uygun olarak yapılan düzenlemeler. Ama derseniz ki yapılacak ya da yapılması gereken düzenleme var mı, tabi ki var. Burada bizler için önemli olan gerçekten engelleri kaldırmak, eğitimde eşitliği sağlamak amacında olan bir üniversitemizin olması.

Sence daha hangi adımların atılması gerekiyor?
Bundan sonrası için tüm sınıfların ve tesislerin özellikle tekerlekli sandalye kullanıcıları ve görme engelliler için erişilebilir hale getirilmesi gerekiyor. Örneğin sınıfın girişinde basamak varsa rampasının yapılması ya da içeride bilgisayar varsa görme engelli bireylerin kullanabilmesi için gerekli programların yüklenmesi gerekiyor.

Fiziksel düzenlemeler bir yana kişilerin duyarlılığını ve özellikle eğitim kurumlarında eğiticilerin engelli bireylerin ihtiyaçlarına dikkatini arttırmak için çeşitli çalışmalara ihtiyacımız var. Örneğin işitme engelli ve dudak okuyan bir öğrencinin olduğu bir sınıfta, dersi veren kişinin öğrencilere arkası dönükken konuşmaması gerektiğini kendisine anlatmamız ve eğiticiyi önceden buna hazırlamamız gerekiyor. Ya da sınıftaki görme engelli bir öğrenci için eğiticinin şekilleri ve tabloları betimleyerek anlatması gerektiği konusunda bilgilendirilmesi çok önemli.

Herkesin aşağı yukarı bildiği, gözlemlediği ya da tahmin ettiği problemlerin dışında engelli kişilerin yaşadığı ne gibi problemler var?

Engelliler üzerine çeşitli sosyolojik çalışmaları olan Tom Shakespeare’in bu konuda çok beğendiğim bir açıklaması var. Shakespeare’a göre engellilerin hayatını kısıtlayan ve onların hayatını “engelleyen” fiziksel ve sosyal olmak üzere iki tip bariyer var. Fiziksel bariyerler hepimizin gördüğü ya da tahmin ettiği mimari eksiklikler ya da benzeri fiziksel sorunlar: Üstünden geçilmeyen kaldırımlar ve rampalar, asansörü olmayan binalar, ya da engelliye yaşam hakkı tanımayan tuvaletler.

Sosyal bariyerler ise toplumun ve kültürün engellilere yönelik olumsuz tavrı, mesajları ve ayrımcı davranışları. Bunun çok farklı örnekleri var. Mesela iş başvurusunda bulunan bir engellinin çeşitli ön yargılar nedeniyle işe alınmıyorsa, ya da acınacak zavallı bir insan olarak görülüyorsa bu aslında sosyal kısıtlamalardan kaynaklanıyor. Benim yaşadığım benzer bir sorun da insanların bana liseyi ya da üniversiteyi açıktan bitir demesi oldu. Burada benim fiziksel durumumdan çok nasıl olsa okumamın bir amacı yok anlaşıyı üzücü. Öte yandan daha acımasız kısıtlamalar da var. Mesela engelliler ile yaptığım araştırma sırasında gördüğüm tekerlekli sandalye kullanıcılarının hepsinin çantasında tornavida vardı. Bunun sebebi ise otobüslere engellilerin binebilmesi için yapılan rampaların açılmaması, ya da şoförlerin “açılmıyor, tornavidam yok” diyerek engelli yolcuyu almak istememesi.

Mezunlarımız arasında engellilik konusuyla ilgili farkındalığın artması için tavsiye edebileceğim kurumlar, kuruluşlar var mı?

Ben herhangi bir dernek üyesi değilim, ama farklı derneklerle çalıştım, onların seminerlerine katıldım. Kendimi tavsiye verecek kadar bilgili görmüyorum. Ama bence engellilik konusunda farkındalik için önemli olan plastik kapak toplamak ya da tekerlekli sandalye dağıtmaktan öte kişiyi “engelli” ya da “normal” diye ayırmaksızın ona “insan” olarak bakabilmek ve eşit hakları her bireye sunabilmek.

Bugünün ve geleceğin liderleri olan mezunlarımıza engelli hakları ve istihdamı ile ilgili ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersin?

Ben henüz yeni mezun ve iş hayatına atılmamış birisi olarak tavsiye değil birkaç istatistik paylaşmak istiyorum.

Bugün 71 milyonu aşan Türkiye’de 8,7 milyon civarında engelli insan yaşıyor. Engellilerin istihdamından bahsediyoruz oysa ki engelli bireylerin yüzde 40’ı okur yazar bile değil. Çünkü fiziksel ve sosyal bariyerler bu insanların okula gitmesine engel oluyor. Kaldı ki okula gidip meslek sahibi olanlar için de bu bariyerler bitmiyor. Bugün engelli nüfusun iş gücüne katılma oranı yüzde 22; ama bu oran genel iş gücü için yüzde 49.

Ben eşit koşullarda okumak, çalışmak ve üretmek için uğraşıyorum. Dolayısıyla hiç kimseyi dili, inancı, ırkı, ya da fiziksel durumu nedeniyle engellemeye, ayırmaya ya da kayırmaya hakkımız olmadığını söylüyorum.

Teşekkür ederim. Tüm mezunlara sevgilerimle.

İş ve özel hayatınızla ilgili paylaşmak istediğiniz güzel haberleri bu sayfalardan mezunlarımıza duyuracağız. Güzel haberlerinizi mezun@ku.edu.tr adresine bekliyoruz.