Geçtiğimiz sene “İnsan Her Koşulda” isimli kitabını çıkaran, Gelişim ve Ebeveyn Psikoloğu olarak görev yapan Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ayşe Bilge Selçuk ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

En zor soruyla başladınız…

Psikoloji eğitimi aldım; önce ODTÜ’de, sonra Melbourne Üniversitesi’nde. Formal eğitimlerim bittiğinden bu yana Koç Üniversitesi’nde hocayım. Ve o zamandan beri İstanbul’da yaşıyorum. Aslen Ankara’lıyım, orada doğdum büyüdüm. Hatırası çok olan, çok sevdiğim bir şehirdir. Büyük ailem hala orada. Ama Ankara’yı İstanbul’dan çok seven Ankaralılardan değilim. Kadınım, anneyim diye devam edeyim. İnsan konusunda düşünen ve çalışan bir araştırmacıyım. İnsanın gelişimi, hayat boyu sürüyor. Bunu bilmek ve söylemek için psikoloji akademisyeni olmaya da formal eğitim almaya da gerek yok. Bunu herkes kendi deneyiminden bilir. Ama tıbbın uzattığı ömürle beraber insanın dışarıdaki yaşamı da kendi iç dünyası da daha zorlayıcı bir hal aldı. Eskiden insanların öldüğü yaşa bir o kadarı daha eklendi. Böyle olunca, bana göre, çocukluk dönemi iyice önem kazandı. Çünkü iyi-kötü, hep onun üstüne eklenerek ilerliyor yaşam. O yüzden, bir araştırmacı olarak, benim odağım daha ziyade çocuklukta.

Koç Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak yer alıyorsunuz. Akademik anlamda ve sosyal anlamda Koç Üniversitesi’nde çalışma ortamınızı nasıl buluyorsunuz?

Bu Ağustos’ta Koç Üniversitesi’ndeki on yedinci yılım bitiyor. Burada hocalığa başladığımda doktoramı daha yeni almıştım. Bu bakımdan Koç Üniversitesi’nde büyüdüm diyebilirim; ve tabii hala büyüyorum… Yani bir nevi benim yuvamdır Koç. Belki beni mutlu etmeyen şeyler yapmıştır arada, belki ben de onu. Ama her organizmanın gelişmek için buna, dış sesleri, farklı şeyler söyleyen sesleri duymaya ihtiyacı var. Beraber büyümek dediğimiz şey bu. Bu sağlıklı gelişime imkan tanıyan bir ortamdayız Koç’ta, üniversitenin sağlıklı gelişimine de kendimizinkine de. Bu nasıl oluyor derseniz, sanıyorum cevabı kültürde saklı. Her bağlamın, dünyadan, ülkeye, aileye ve işte üniversiteye, ve hatta bireye.. hepsini karakterize eden bir duygusal iklim vardır. Bu duygusal iklim, iki şeyi bir arada barındırıyorsa orada gelişim görülür: Temas, yani bağlantıda olmak ve alan, yani serbesti, özerklik. Bir psikolog olarak insanlar arasındaki güvenli bağlanmadan söz ettiğim düşünülebilir, ki doğru, o yaklaşımda da buna vurgu vardır; ama her organizma için gelişimin ana gerekliliğidir bu. Temas sevgi, alan saygıdır. Biri verilen ilgiyi gösterir, diğeri duyulan güveni. İklimin böyle olduğu yerde huzur hissedilir. Bunlar Koç Üniversitesi’nde ziyadesiyle var. Akademik anlamda hep çok iyi oldu Koç, bir akademisyen için ortamı geliştirici ve destekleyicidir. Sosyal anlamda da giderek daha iyi oluyor. Bunu topluma yaklaşma anlamında söylüyorum. Ama genç bir üniversiteyiz. Herhalde önce köklerimizi iyi salacaktık ki sonra dallarımızı daha ötelere uzatalım. Uzatmaya başladık.

“İnsan Her Koşulda” isimli bir kitap çıkarttınız. Kitabınız okurlarına ne anlatıyor? Bu kitabı yazma nedenlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?

Bu da zor bir soru. İnsan Her Koşulda ilk kitabım, 2019’um Kasım’ında çıktı. Bu ara altıncı baskısı çıkıyor. Bir akademisyen olarak, akademiyi unutarak yazmaya çalıştığım bir kitap. İçinde yer alan bilgiler psikoloji temellidir, ya araştırma veya kurama dayanır. Ama içinde bunlardan nadiren açıkça söz ettim. Yer yer edebiyattan, sinemadan örnekler verdim kitapta, yer yer gerçek yaşamdan. Ne anlatıyor kitap? İnsanı anlatıyor… Benim uzmanlık alanım gelişimsel psikoloji ve gelişimsel psikopatoloji. Yani insanın sağlıklı ve sağlıklı olmayan özellikleri neden ve nasıl gelişiyor konusu. Sağlıklı olmayan derken, kendine veya çevresine zararı olan durumları kast ediyorum. Bu konularda okuyor, düşünüyor ve üretiyorum yıllardır. Bilimsel makale olarak daha ziyade, bazen gazete yazılarında. Kitabımın tüm bölümlerde insana dair durumları anlatıyorum, insanın duygularını, düşüncelerini, neyi neden yaptığını. İnsanın dünyayla ve kendiyle bitmeyen mücadelesini. Ve kitabımın sonunda ağustos böceğinden söz ediyorum, bu konudaki bir yazımın babamı biraz hüzünlendirip üzdüğünden. Ama diyorum, son cümlelerde, babacığım üzülme, ben bir ağustos kızıyım, her koşulda insan… Yani ağustos böceği değilim. Hepimiz insanız ve bu kitapta anlattıklarımdan hiçbirimiz muaf değiliz. Neden yazdığıma gelince… Ben akademisyenim ama sadece akademisyen değilim. Bilgiyi, düşünceleri ve işin aslı kendini ifade etmenin yolları bunlar. Ürettiğimiz her şeyi bu sebeple üretiriz.

Akademisyen ve yazar kimliğinizin yanında gelişim ve ebeveyn psikoloğu olarak da çalışıyorsunuz. Salgın nedeniyle sosyal izolasyonda olduğumuz bu dönemde ebeveyn mezunlarımıza çocukları ile iletişimi konusunda ne gibi tavsiyeler verirsiniz?

Çok istisnai bir dönemden geçiyoruz. Koronavirüs hiç bilmediğimiz bir şey yaşatıyor bize. Deprem gibi önceden deneyimimiz olan bir durum da değil, hazırlıksız yakalandık. Karanlıkta el yordamıyla yürür gibi biz de öyle yavaş yavaş, bilgi, akıl, muhakeme yordamıyla yürüyoruz. Salgının ciddi kısmını geri bıraktık gibi görünüyor, ama daha ne kadar sürer bu tedbirli yaşam gerekliliği, henüz bilemiyoruz. Bu dönemde annebabaların çocuklarıyla ilişkileri konusunda çokça konuştum, yazdım. Her dönemin ihtiyaçları, öncelikli temaları farklı. Önce koronavirüsü çocuklarımıza nasıl anlatmalıyız, ne yapmaya, ne yapmamaya özen göstermeliyiz meselesini konuştuk. Sonra evde kalma dönemini. Şimdi açılma dönemini. Açılma döneminin de aşamaları olacak. Demin detaylarına girmedim ama benim uzmanlık alanlarımdan biri, ve belki de en çok bilineni, çocuğun mizacına uygun ebeveynlik. Yani her çocuğun mizaç özelliklerine göre durumdan nasıl etkileneceği değişiyor. Annebabaların durumu nasıl ele alması gerektiği de. Sizin de söylediğiniz gibi ebeveynlik konusunda danışanlarla çalışmaya da başladım. Eski ve çok sevdiğim mezunlarımızdan, klinik psikolojide, yetişkin alanında uzmanlaşan Bahar Esin Ergin ile kesişti yollarımız, bunu da söylemeden geçemeyeceğim. Hoş bir buluşma oldu. Tavsiyeye gelince… Mizaca uygun ebeveynlik konusunu burada anlatmak mümkün değil ama en temel bilgi olarak şunu vereyim: Çocuklarına baksınlar, çocuklarının verdikleri işaretlere ve bunları önemsesinler. Neyi neden yaptığını anlamaya gayret etsinler, sohbetlerinde duygulara yer versinler ve çocuk yetiştirmeyi teknik bir iş olmaktan ziyade bir ilişki kurmak olarak düşünsünler. Demin anlattığım o ilgi verme ve güven duyma ekseninde gelişen. Bu dönemde bir mizaç boyutunun iki ucu bizim için dikkat çekicidir: çok korkulu çocuklar ve hiç korkmayanlar. Biri kaygı problemi geliştirmeye, diğeri riskli davranışlar göstermeye eğilimli olur. Bunlara da dikkat…

 Sizin karantina günleriniz nasıl geçiyor?

Yoğun geçiyor… Evden çalışmak, evden eğitim alan çocuğunuzun ihtiyaç duyduğu ilgiyi tek ebeveyn olarak verirken bir yandan online dersler, tez öğrencilerimiz, ev işleri, bir yandan da topluma sorumluluğumuzun parçası olarak gerekli bilgilendirmeler, yayınlar, hepsi bir arada biraz zorlayıcı oldu. Bu dönemde sosyal destek çok önemli. Bu bakımdan şanslıydık. Koç Üniversitesi her bakımdan çok iyi bir sınav verdi bu dönemde, hem akademik ve teknik olarak, hem de insani yaklaşımıyla. Zaten psikososyal destek bu gibi dönemlerin anahtar sözcüğüdür. Hayatı kolaylaştırır, her şeyi daha baş edilebilir hale getirir.

Mezunlarımızla paylaşmak istediğiniz veya genel anlamda eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Evet, var aslında. Bir süredir düşündüğüm bir şey bu benim. Hocalığımın ilk yıllarında, gün biter eve gelir ve aile içinde sohbet başlar ya… İşte o zamanlarda, eşimle, sonra eski eşim oldu, konuşurduk, bugün ne yaptın, peki sen ne yaptın diye… Pediatrik ortopedide uzmandı eski eşim. Anlatmaya başlardı, çeşit çeşit, bugün çarpık ayak ameliyatı yaptım, bugün bacağını makineye kaptırmış bir çocuğu ameliyat ettim, gibi. Hayranlıkla dinlerdim ve ben de bir yandan hep aynı şeyi tekrar ederdim: Ben de bugün ders anlattım, ders anlattım, ders anlattım… Böyle giderdi. Cerrahlıktan farklı olarak, sonucun, yani ödülün kısa vadede belirgin olmadığı bir iş bizimkisi, hocalık, veya akademisyenlik. Umuyorsunuz ki yararlı oluyor veya olacak. İşte bir süredir fark ediyorum ki bizimki de büyük ödül. Çok gurur duyuyorum mezunlarımızla. Çok iyi işler yapıyorlar. Meslektaşım olanları, bilebildiklerimi, sosyal medyada takip ediyorum ve onlardan çok şey öğreniyorum. Toplumla bağlarını hep korusunlar. Buna çok ihtiyaç var. Hepsine sevgiler…