Koç Üniversitesi İşletme ve Ekonomi mezunu Cem Yılmaz’11’in ilham verici öyküsünü konu alan bir röportaj gerçekleştirdik. Gezgin mezunumuzun “Memleket: Travels Through Seemingly Unconnected Places” isimli seyahatnamesi hakkında bilgiler edindik. Cem Yılmaz’ın Koç Üniversitesi öğrencilik yıllarında temellerini attığı kitabının öyküsünü ve gezginlik serüvenlerini bu röportajda bulabilirsiniz.

Öncelikle kendini tanıtır mısın?

İstanbul doğumluyum. Robert Kolej sonrası Koç Üniversitesi’ne tam burslu olarak girdim, İşletme ve Ekonomi Çift Anadal yaptım. Üniversite sonrası Booz & Company stratejik danışmanlık şirketinin İstanbul ofisinde çalıştım.

Sonrasında New York’taki Columbia Business School’a MBA derecemi almak için gittim. MBA sonrası Samsung’un Seul’daki genel merkezindeki strateji ekibine katıldım. Son 4 yıldır dünyanın çeşitli yerlerinde projeler yapıyorum. Kariyerime paralel olarak üniversiteden beri çağdaş sanat dünyası ile ilgiliyim. Pandemi dolayısıyla daha rahat yapabildiğim için kara kalem resim ile artarak ilgileniyorum.

Koç Üniversitesi’nde eğitim aldığın dönemden biraz bahseder misin? Nasıl bir öğrencilik geçirdin?

Genel olarak güzel bir öğrencilik hayatım oldu. Arkadaşlarımın çalışkan olarak nitelendirdiği bir öğrenciydim.

Business Law, Microeconomic theory, Game Theory, Globalization en sevdiğim derslerdi, hocalarımızın anlatımlarından ve içerikten çok keyif aldığımı hatırlıyorum. Akademik altyapı ile gerçek dünyadan uygulamaları iyi birleştirdiğini düşündüğüm derslerdi. 3. sınıfta exchange’e gittim. Bu tecrübem kitabımın çıkış noktasını oluşturuyor.

Dünyanın birçok yerine seyahat etme fırsatın oldu. Gezginlik maceran nasıl başladı? En unutamadığın seyahatin hangisiydi?

Az önce de belirttiğim gibi, seyahatlerimin değil de serüvenlerimin başlangıç noktası ˜10 yıl önce Koç Üni 3. sınıf zamanında Singapur’da geçirdiğim exchange dönemim oldu. Öncesinde çok seyahate gittim ancak serüven diye tanımlayamam bu seyahatlerimi.

Hikayesi şöyle: Robert’ten benimle Koç’a gelen bir arkadaşım ile Singapore Managament University’de bir dönemlik exchange programına gittik. Kitabın başında da yazdığım gibi, bu macera benim için önemliydi. Hiç bilmediğim bir dünyaya adım attık, sonrası da oradan sonra çorap söküğü gibi geldi. Yeni tanıştığımız insanlarla yeni ülkelere gittik, yeni yemekler denedik. Her öğrendiğim şey birkaç başka yeni kapıyı açtı. Singapur’da Myanmar konsolosluğunda vize kuyruğunda tanıştığımız Alman bir arkadaş ile Yangoon’a gittik,Tayland’a bir adada duyduğumuz yerler bir sonraki seyahat hedefimiz oldu. Öğrendikçe aslında ne kadar bilmediğimi, ne kadar çok görülecek şey olduğunu anladım.

Koç 3. sınıftaki exchange benim için bir kırılım noktası oldu. Bu kırılım noktasından sonra çıktığım serüvenler, ortaya çıkan içerikler bu kitabın tematik ve görsel temelini oluştuyor. Her seyahatimin ve her anımın yeri benim için ayrı. Ancak diğer seyahatlerden çok ayrı duyanları hatırlamam gerekirse birkaç taneyi sayabilirim: 5-6 saatlik dağ tırmanışları sonrası varılan Budist tapınaklar ile dolu Bhutan seyahatim, MBA’den 200’den fazla sınıf arkadaşım ile gittiğim Colombia seyahatimiz, Venedik Bienalleri. Bunlar benim için ilk akla gelen kıymetli serüvenler. Bunların dışında aslına bakarsanız her seyahat birkaç farklı deneyimden dolayı akılda kalıyor. Geriye gittikçe bir serüvenden diğerine atlıyor insan.

“Memleket: Travels Through Seemingly Unconnected Places” isimli bir kitap çıkarttın. Kitabın içinde nelerden bahsediyorsun? Bu kitabın öyküsünü bizlerle paylaşır mısın?

Kitabın çıkış noktası dünyanın çeşitli yerlerinde izlediğim farklılıklar ve ortaklıklar. Farklılıklarımızın zenginliği çok çarpıcı geliyor bana. Bu zenginliğimizi kutlamak, dikkat çekmek istedim.

Bhutan’da çocuğunu bir legende yıkayan anne ile Kore’de denizden tuttuğu balıkları leğende temizleyen kadının resimlerini yanyana koydum mesela. İzmir Birgi’de çektiğim bir çatı resmi ile Venedik’in Arsenale bölgesindeki kiremit çatıları da birbiri ile eşleştirdim. Aslında bir adım geriye atıp büyük resme bakmayı becerebildiğimiz durumlarda farklı zaman ve mekanlar arasındaki bağları görebiliriz. Her obje, kavram, cisim birbiriyle ilintili. Birbirimiz ile olan bağlarımız bizi tanımlıyor. Ne kadar çok bağ, o kadar kuvvetli tanımlamalar. 20. yüzyılın en önemli kuramlarından birisi olan görecelik kavramı da bunu desteklemiyor mu adeta? Her şey bir başka nesne ile olan ilişkisi ile tanımanır. Fizik müthiş bir şey, o kadar ki, hayatın birçok kavramına anlam ve netlik kazandırabiliyor. Kitaba bir de ek yaptım, bugününün zorlu koşullarına bir gönderi içeren girizgah yazısı var.

İlginç zamanlardan geçiyoruz. Fiziksel olarak seyahat etmek sanki eski bir rüya gibi, bu rüya bize çok uzaklardan sesleniyor. Ancak aklımızın, düşün kabiliyetimizin böyle bir limiti yok. Fiziksel olarak seyahat edemediğimiz durumlarda düşüncelerimiz ile seyahat edebiliriz. İlla dünyanın öbür ucuna da gitmeye gerek yok, evden çıkıp başka bir hayata, başka bir gerçekliğe girdiğimiz zaman seyahat ve macera başlıyor aslında. Proust’un İn Search of Lost Time kitaplarının başındaki madeleine ani gibi. Serüvene çıkmak bazen çaya batırılmış bir kurabiye kadar kolay olabiliyor. Kitabın alt metinlerinden birisi de bu. Umarım okurken düşüncelere dalıp yeni dünyalara gider okuyucu.

Mezunlarımız yazdığın kitaba nereden erişebilir?

Koç Üniversitesi topluluğundan arkadaşlarım https://gümroad.com/l/UsSGS adresinden kitabı dünyanın her yerinden sipariş edebilir.

Her kitap bir edisyon olmak üzere toplamda 500 adetlik bir koleksiyonun parçası. Her kitabın sahibi de aslında dünyanın başka bir yerindeki okuyucu ile bu içerik üzerinden bir bağ kuruyor.

Mezunlarımızla paylaşmak istediğin veya genel anlamda eklemek istediğin bir şeyler var mı?

Her yerde söylerim, burada da bir first principle’dan bahsetmek isterim. Kişilerde en önemli özellik merak bence. Dünyayı ileri götüren şey merak. Her daim meraklı olsunlar ve kollarını sıvayıp icat etmekten, üretmekten hiç çekinmesinler. Bunun uzantısı olarak şirketlerde de bunun böyle olduğunu düşünüyorum. Hayat üretenler ve izleyenler olarak ikiye bölünüyor. Bunu düşünmelerini ve içselleştirip üretim etrafında dönen bir hayat kurmalarını öneririm kendilerine. Eminim dünyaya ve kendilerine değer katacaklardır.