Eşsiz bir coğrafyaya, benzersiz
bir tarihe, kökü çok eskilere dayanan bir kültür
çeşitliliğine sahip 'biricik' bir kentte
yaşıyoruz. Tarihte Roma, Bizans, Latin
İmparatorluğu ve Osmanlı Devletine ev sahipliği
yapmış şehrimiz değişik kültürlerle
biçimlenerek, töreler, gelenekler, farklı yaşam
tarzları ile özel bir kimlik yaratmış yaşayan
bir Dünya kenti.
Mezunlar Derneğimizle İstanbul'umuzu
tanımaya, yanından sık sık geçtiğimiz halde
göremediğiz anıtlarla veya devasa şehirde hiç de
yolumuz düşmeyen semtlerle tanışmaya devam
ediyoruz. Bu kez Kumkapı-Samatya bizlere inanç,
din, dil ve sosyal paylaşımların iç içe geçtiği
bir mozaik sundu.
27 Mart Pazar günü Koç Üniversitesi
ailesinden 30 kişilik bir grup ve Profesyonel
rehber Turgay Tuna ile Kumkapı ve Samatya
bölgesinde yer alan Şerefiye Sarnıcı, Keçecizade
Fuad Paşa Camisi ve Türbesi, Özbekler Tekkesi,
Sokullu Mehmet Paşa Camisi, Küçük Ayasofya
Camisi, Esma Sultan Namazgahı, Aya Kiryaki
Kilisesi, Meryem Ana Rum Kilisesi, Ermeni
Patrikhane ve Surp Asvadzadzin Kilisesi,
Arkadios Sütunu, Surp Kevork (Sulu Manastır)
Kilisesi, Ayios Minas Kilisesi, İmrahor İlyas
Bey Camisi'ni gezdik, sivil mimarlık örnekleri
ile sokak dokusunu kokladık.
Baharı müjdeleyen bir günde bir taraftan
doğanın uyanışına hissettik, diğer taraftan bir
ayine tanıklık ettik.
10 senedir gerçekleşen Mezunlar Derneği -
İstanbul Kültür Turları'nın Nisan ayında
gerçekleştireceğimiz bir sonraki durağını çok
yakında sizlerle paylaşacağız.
Kumkapı
Eminönü İlçesi sınırları içinde yer alan
Kumkapı, tarihi yarımadanın Marmara Denizi
kıyısındaki semtlerden biridir. Doğusunda
Kadırga, kuzeyinde Gedikpaşa, batısında da
Yenikapı ile çevrelenmiştir. Güneyi sahil yolu
(Kennedy Caddesi), demiryolu ve Marmara
Denizi'dir.
Kumkapı Bizans döneminde "küçük iskele"
anlamında "Kontoskalion" adını taşımaktaydı. Bu
ad, fetihten sonra da Rumlar tarafından bir süre
kullanılmıştır. Bizans döneminde kara içine
sokulmuş ve önü bir mendirekle korunmuş olan
Kontoskalion Limanı'nda 1263'te İmparator VIII.
Mihael Paleologos tarafından yaptırılmış olan
tersanenin, üst üste koyulmuş iri taş bloklarla
inşa edilmiş duvar temeli, 1819'daki bir
yangında ortaya çıkmıştır. Eski liman zamanla
dolmuş ve yerini, kente kum getiren gemilerin
yük boşalttıkları iskeleler almıştır.
Kum Kapısı, Yedikule'den doğuya, Ahırkapı'dan
doğru ilerlendiğinde Marmara kıyısındaki kent
kapılarından beşincisini oluşturmaktaydı. Buna
göre Kum Kapısı'nın batısındaki batıdan doğuya
sırasıyla Narlı Kapı, Samatya Kapısı, Davutpaşa
Kapısı, Yeni Kapı, batısından da Çatladısu
Kapısı (Çatladı Kapı) ve Ahır Kapı yer
almaktaydı.
İstanbul'un Osmanlılara geçmesinden sonra,
II. Mehmed'in (Fatih) büyük olasılıkla Rumlara
karşı bir denge öğesi olarak kente getirttiği
Ermenilerin bir bölümünü Kumkapı'ya
yerleştirilmiştir. Kısa süre içinde Kumkapı,
yakınındaki Samatya'dan sonra Ermeni nüfusunun
yoğun olarak yaşadığı önemli semtlerden biri
haline gelmiştir. Kumkapı'nın öneminin
artmasında, daha önce Samatya'daki Surp Kevork
Kilisesi'nde bulunan patriklik makamının 1641'de
buraya taşınmasının da büyük rolü olmuştur. Surp
Asdvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi adını taşıyan
ve ilk yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen ve
Patrikhane Kilisesi olarak da bilinen yapı
çeşitli tarihlerde yangın geçirerek,
onarılmıştır.
Kumkapı Patrikhane Kilisesi, İstanbul
Ermenileri için bir kültür merkezi olmuştur.
Çeşitli tarihlerde burada açılan okul ve
kitaplıklardan başka, kilisenin ek binalarında
17. yy'ın sonuyla 19. yy'ın ilk yarısından iç
matbaanın faaliyette bulunduğu ve çeşitli dini
kitaplarını basılımını sağladığı bilinmektedir.
Kumkapı'daki ikinci ermeni kilisesi Surp
Harutyun'dur. Semtte ayrıca iki Rum Ortodoks
kilisesi bulunmaktadır. Bunlar Ayia Kriyaki ve
Pamayiya Elpida kiliseleridir.
15. yy.'da tarihlenen Kazgancı Mesheldi, bir
16. yy. Yapısı olan İbrahim Paşa Camisi, 17.
yy.'ın başından kalan Tavaşi Süleyman Ağa
Camisi, yine 17. yy'ın ikinci yarısından Behram
Çavuş Mescidi Kumkapı'daki önemli dini
yapılardır.
Kumkapı tarih boyunca İstanbul'un birçok
semtinde olduğu gibi sık sık büyük yangınlar
geçirmiştir. Önceleri ahşap evlerden oluşan bir
sokak dokusu içeren bölge bu yangınlarla değişen
ve özellikle de 19. yy'ın ikinci yarısında
çıkarılan Ebniye Nizamnameleri ile yangınlara
karşı kâgirleştirilen bir çevreye dönüşmüştür.
Ayrıca bu değişim süreci içinde açılan,
birbirini dik kesen belirli genişlikteki
sokaklar ve aralarındaki yapı adalarıyla bugünkü
kentsel düzenine ulaşmıştır. Dar parselasyon
üzerinde yükselen iki, üç veya dört katlı,
çıkmalı, küçük arka bahçe ya da taşlıklı kagir
yapılar ve bunların bir araya gelerek
oluşturdukları sıra evler, Kumkapı'da eskiden
geniş bahçeler içinde gelişen ahşap konak ya da
ev düzeninden farklı bir görünüm yaratmıştır.
Ayrıca gayrimüslim ağırlıklı semt olma özelliği,
bu kâgir yapıların üzerinde yer alan ve dönemin
bezeme anlayışını sergileyen silme, pilastr,
söve, balkon korkuluğu ve benzeri öğelerde de
gözlemlenmektedir. Bu örnekler arasında
özellikle Tavaşi Çeşmesi Sokağı üzerinde yer
alan 1890 tarihli sıra ev dizisi semt için özel
önem taşımaktadır.
Semte ulaşım 19. yy'ın yarısına kadar daha
çok kayıklarla sağlanıyordu. 19.yy'ın ikinci
yarısında, demiryolunun buradan da geçmesi
Kumkapı'nın fiziksel yapısında önemli
değişimlere yol açmıştır.
Semt sakinlerinin ana, ekonomik uğraşı ve
gelir kaynağı öteden beri kayıkçılık ve
balıkçılık olmuştur. Bir ölçüde buna bağlı
olarak da Kumkapı İstanbul'un meyhaneleri ile
ünlü semtlerinden biridir. Bugün de semtin en
canlı noktası balık lokantalarının odaklaştığı
meydandır. Bu bölge 1990 başlarında yeniden
düzenlenmiş, çok sayıda balık lokantası meydanın
çevresinde ve meydana açılan sokaklar boyunca
sıralanan geleneksel meyhaneler ile İstanbul'un
başlıca turistik noktalarından biri haline
gelmiştir. Ancak semtte değişen sosyal yapıyla
birlikte fiziksel çevre de geleneksel
özelliklerini kaybetmektedir. Dönemin
kagir, tek, ikiz ya da sıra evleri yerlerini
gerek parselasyon ve gabari, gerekse de cephe
düzeni açısından yöreye hiçbir özgünlük katmayan
yüksek yapılaşmaya ya da niteliksiz restorasyon
örneklerini bırakmaktadır. Öte yandan semtte
kendine özgü renklerini katan Ermeni, Rum,
gayrimüslim nüfus artık yok denecek kadar
azalmıştır. Kumkapı halen sahildeki balık hali,
balıkçı lokanta ve meyhaneleri ve küçük
dükkânları ile ticareti hizmet ve turizm
ağırlıklı bir semttir. |
Samatya
Çocukluğumdaki Samatya, tüm İstanbul gibi bir
başka güzeldi...
Küçük küçümencik sokakları; iki bilemedin üç
katlı ahşap evleri; Rum'u, Ermeni'si,
Müslüman'ı; birbirlerine kimi akrabadan yakın
komşular; günümüz şartlarına ayak uydurmak için
debelenen ürkek sokak kedilerinden uzak,
güvence, huzur içinde yaşayan Sarman'lar,
Pamuk'lar, tüm bir semtin namusundan sorumlu
yerinde kabadayı, yerinde beyefendi "boyun
bağlı" taksi şoförleri ve tabii ki kökleri
yüzyıllar ötesine uzanıp giden Barba Yani,
Kevork Reis, Kalender Agop, Barba Toma gibi
namlı balıkçılar.
Samatya geçmişte denizle iç içeydi. İskelesi,
balıkhanesi, balıkçı kahveleri ve denizle
kucaklaşan lebi derya evler. Ama bütün bunların
ötesinde, geçmişten bu yana şehr-i İstanbul'un
en kozmopolit semtlerinden biri olmayı günümüze
dek sürdürdü.
Bugün bile, sahilden bakıldığında geçmişten
gelen bu birlikteliğin görüntüsü semtin minare
ve çan kulelerinden yansımaya devam ediyor. Surp
Kevork, ya da biraz ötesindeki Ayios
Minas'tan yükselen çan sesleri zaman zaman yanı
başlarındaki Abdi Çelebi Camii'nin ezan sesine
karışıyor, Hacı Manav sokakta oturan doğma
büyüme Samatyalı Hayriye Hanım'ın geçmişte kalan
anıları da, yan sokaktaki komşusu 80'li yaşlara
merdiven dayamış Madam Arşuluz'un anılarıyla
çakışıyor...
Samatya'nın, bilhassa istasyon çevresinde
yoğunlaşmış inişli çıkışlı o eski dar
sokaklarından, kimi cumbalı güzelim ahşap
evlerinden pek azı kaldı günümüze.
Hoş, hemen tüm İstanbul'da olduğu gibi o eski
insanları da pek kalmadı ya. Bugün hala kıyıda
köşede kalmış o eski sokaklardan; pencerelerini
paslı teneke kutular içindeki Çingene pembesi
fesleğenlerin süslediği yarı yıkık ahşap evlerin
önünden geçerken, geçmişin o puslu anıları
içinde kaybolur gibi hissediyorsunuz kendinizi.
Ayakta kalabilmek için adeta direnen
bu eski evler, sokak aralarındaki minik
bakkallar, karşıdan karşıya gerili iplere asılı
rengârenk çamaşırlar, kapılarının önünde top
koşuşturan çocuklar, duvarların tepesini mesken
edinmiş tombul uykucu kedileriyle klasik
İstanbul görüntüsünün son kalan nadir
köşelerinden birini yansıtıyor. Menderes
döneminin en önemli imar hareketlerinden biri
sayılan Sahil Yolu'nun açılmasından sonra, her
ne kadar denizle kucaklaşmasını yitirmişse de,
denizden uzak kalmamış Samatya.
Semtin geçmişe yadigâr kendine öz görüntüsü,
tren istasyonunun hemen altından başlıyor ve
balıkçıların, balıkçı lokantalarının,
meyhanelerin süslediği meydanda odaklanıyor.
İstasyon çıkışında, sırtını Bizans'tan
kalan surun dış yüzüne dayamış 1796 tarihli
kesme taşlı çeşme, bir zamanlar buradan gelip
geçen tren yolcularının, balıktan dönenlerin
kana kana soğuk suyunu içtikleri, ellerini
yüzlerini yıkadıkları bir sebil. Dokuz beyitlik
kitabesinden de anlaşıldığı gibi, Arpacı Mehmed
Efendi adında hayırsever bir zat-ı muhterem
tarafından yaptırılmış, ama İstanbul'un birçok
eski çeşmesinde olduğu gibi ne suyu akıyor, ne
de musluğu var. Çeşmenin hemen yanı başındaki,
meydana açılan küçük dar sokak, biraz acıkmış
olanların iştahlarını kabartmaya, balık sever aç
mideleri yoldan çıkartmaya yetiyor. Dar sokağın
iki yanında ard arda dizili balıkçı, balıkçı
lokantası, meyhaneci, midye tavacı
birlikteliği birbirlerini tamamlayan bir bütün
oluşturuyorlar. Üstüne üstlük tezgâhlardan
dışarıya taşan nefis kokular, dükkânların
üzerindeki kışkırtıcı bira reklam tabelalarıyla
bütünleşip klasik Samatya tablosunun özet bir
görüntüsünü yansıtıyor.
Aslında, İstanbul'un en eski semtlerinden
biri olan Samatya, ya da eskiler tarafından pek
kullanılmayan yeni adıyla Koca Mustafa Paşa,
İstanbul'un yitirilip gitmiş görüntülerini
ısrarla saklamaya çalışan kozmopolit semtlerden
bir tanesi.
Burada, ızgara balık kokuları kebap
kokularına, çan sesleri ezan seslerine karışmaya
devam ediyor. |